Sevgili okurlar hafızalarımızı tazelemek ve siyasi ittifaklara temel teşkil eden 1990-2000 li yıllarda neler oldu bir bakmak gerekiyor.

Yıl 1995 Türkiye’de genel seçimler yapılmış, Genel Başkanlığını merhum Necmettin ERBAKAN’ın yaptığı Refah Partisi toplam oyların %21’ni alarak birinci parti olarak parlamentoda yerini almıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman DEMİREL hükümeti kurma görevini Necmettin ERBAKAN’a vermiş ancak hükümet kurulamamış, bunun üzerine Mesut YILMAZ’ın başbakanlığında Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonu gerçekleşmiş, ömrü 3 ay olmuştur.

Merhum DEMİREL tekrar merhum ERBAKAN’a hükümeti kurma görevi vermiş ve böylece 2’şer yıl dönüşümlü olarak başbakanlık yapmak üzere Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi Türkiye Cumhuriyetinin 54. Hükümetini kurarlar. Ne olmuş ise bu hükümetin kurulması ile olmuştur.

Bu tarihe kadar kurulmuş hükümetlere yol çizen ve yön veren odaklar, faiz ve tefecilikten para kazanan kalpazanlar, millete kendi düşüncelerini dikte etmeye alışmış zibidi kılıklılar rahatsız olmuş ve seçmenin iradesi karşısında içerde ve dışarda hemen harekete geçmişlerdir. Özellikle Milli Güvenlik Kurulu kararları ile köşeye sıkıştırılmaya çalışılan hükümet düzmece Müslüm GÜNDÜZ ve Ali KALKANCI senaryoları ile ne idüğü belirsiz adına Aczimendiler denen gruplar Ankara sokaklarında boy göstermeye başlamıştır.

Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduktan sonraki ilk önemli icraatlarından biri hükümet programında yer verildiği gibi İslam ülkeleriyle ilişkileri yeniden canlandırmak amacıyla başladığı İran’ı da kapsayan Uzakdoğu gezisi olmuştur. Erbakan, Müslüman ülkelerle ticaret hacmini genişleterek Anadolu’da gelişmekte olan İslami sermaye ile uzak Müslüman ülkeler arasında ticari bağ kurmayı hedeflemiştir. Erbakan’ın gezisine liberal eğilimli işadamları katılmazken, İslamcı işadamlarının kurduğu Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) 20’yi aşkın işadamı ile temsil edilmiştir.

11 Ocak 1997’de Başbakan Necmettin Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine verdiği iftar yemeği, Refah Partisi’nin sakal ve türbanın devlet dairelerinde serbest bırakılması girişimi, İstanbul’un fethini tamamlamak üzere Taksim’e cami projesi, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakılması girişimi gibi noktalar toplumun bazı kesimlerinde laiklik ve demokrasi tartışmalarına yol açmıştır.

Yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. Güç olarak belirlenen basına bazı sınırlamalar getirmiştir. Bir yasa tasarısı ile basın şirketinin ancak bir yayın organı çıkartabileceğini hükme bağlarken, “üretim, yatırım, ihracat, pazarlama ve finansal kurum ve kuruluşlar ile bunların hissedarları bu şirketleri kuramaz” koşulunu içeriyor, basın şirketlerinde yüzde 10’dan fazla hissesi bulunanların devletten kredi almalarını yasaklama getirilmek istenmiştir. Yasa teklifi büyük protestolara neden olmuştur.

24 Kasım günü CHP İstanbul’da düzenlediği “haberime dokunma” kampanyasında 2 bin kişi yürümüştür. Avrupa Gazeteciler Birliği ve Dünya Gazeteciler Birliği de yasa teklifine tepkilerini dile getirirken, 26 Kasım gazete manşetlerinde 1700 gazeteci imzasıyla protesto metni yayımlanmıştır.

Türkiye’nin İslam Ülkeleri ile kurmaya çalıştığı bu bağ batılı emperyalist güçleri birden harekete geçirir. Neden mi? Petrol zengini Arap Ülkeleri tüm paralarını batının bankalarında tutmaktadırlar. Arap Ülkeleri ithalatlarının birçoğunu bu emperyalist devletlerle yapmaktadır. Arap Ülkeleri adı konmamış bir istila yaşamakta ve bu kadar sermaye gücüne rağmen ülkelerindeki iktidarlarını devam ettirmeleri için de seslerini çıkaramamaktadırlar. Bunun için Refahyol Hükümeti batılı bankalarında ki İslam Ülkelerine ait sermayenin Türkiye’ye tahliyesi için yapmış olduğu görüşmeler emperyalist ülkeler için  bir tehdit oluşturmuştur. Bunun için Avrupalı Devletler harekete geçmiştir.

Türkiye’deki sermayenin %90’nı kontrol Türkiye İş Adamları Derneği(TÜSİAD) yeni kurulan Müstakil İş Adamları Deneğini (MÜSİAD) tehdit olarak algılamışlardır. O güne kadar kurulan tüm hükümetlere üye veren veya almış oldukları kararları dikte ederek hükümetlerin ekonomik politikalarını kendi çıkarları ile eşleştiren TÜSİAD’da harekete geçmiştir.

Türkiye’de yapılan her darbeyi desteklemiş, adına bağımsız basın denilen Türk basını bir taraftan kamuoyu oluştururken bir taraftan da batılı ülkeler tarafından fonlanan köşe yazarları ile darbe çığırtkanlığına başlamıştır.

Üniversitelerde başörtülü öğrencilere yönelik ikna odaları kurulmuş (kuranların bir kısmı CHP tarafından daha sonra milletvekili yapılmıştır), kamu kurumlarında nerede ise Cuma Namazlarına gidilmesinin bile yasaklı hale getirildiği, özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinde eşlerinin ve aile bireylerinin yaşam ve düşünce tarzlarına göre ihraca tabi tutulan personel dosyaları hükümetin önüne konmuştur. 

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından söylenen, TBMM genel kurul salonunda tam milletvekillerinin karşısında yazılı olan ‘’HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’’ sözü maalesef sadece duvar süsü olarak kalmış ve hiçbir güç odağı o milletin Türk Milleti olduğunu hatırlamamıştır.

Bu sözün tam tersine bir davranış gösteren, yukarıdaki odaklar tarafından yönlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesi, Milli Güvenlik Kurulunda milletin iradesini yok saymış ve Hükümete irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler diye 18 maddeden oluşan bir bildiri dikte ederek hükümeti oluşturan kurul üyelerinin imzalamalarını istemiştir. Dönemin Başbakanı merhum Necmettin ERBAKAN bunu imzalamaz ama kabine üyesi zamanın İçişleri Bakanı ‘’kararları titizlikle uygulayacağız’’ der. Besleme basın Milli Güvenlik Kurulu kararlarının başbakan tarafından imzalandığı şeklinde verir haberi. Başbakanın bu dik duruşuna rağmen bu kararları uygulayacağız diyen bu günlerde millete akıl hocalığı yapan, özgürlükçü, demokrat, kimilerinin ablası, kimilerinin başkanı, kimilerinin umudu, kimilerinin Türkiye’deki projesi (kendi ifadesidir) İP Başkanı Meral AKŞENER dir. (Bakınız M. Ali BRAND videosu)

Tüm bu hükümeti istifaya zorlamalar, yargı mensupları ile tamamlanmak istenir ve dönemin Cumhuriyet Yargıtay Başsavcısı Vural SAVAŞ tarafından yasama ve yürütme görevini ifa eden hükümetin bir kanadına karşı "yasadışı bazı eylemlerin odağı olmaya başladığı ve bazı üyelerinin laik rejimi hedef alan girişimleri" nedeni ile kapatma davası açar.

Yine aynı tarihlerde dönemin Genel Kurmay İkinci Başkanlığı görevini yürütmekte olan Çevik BİR tarafından hükümete ‘’balans ayarı’’ verdik dediği Sincan’da düşmana karşı kullanılması gereken tanklar millet iradesine karşı yürütülmüştür.

Seçilmişlerin seçkinlerin emrine amade olduğu bu kaoslardan sonra bir yenisi de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ilk yıllarında yaşanmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mecliste 367 garabeti icat edilerek TBMM iradesine ipotek konulmuştur.  İktidar partisinin yaşadığı bu sıkıntılar günler Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin dirayeti, ileri görüşlülüğü ve millet iradesine gösterdiği derin saygı sonucu bertaraf edilerek devlet yeniden ayağa kaldırılmıştır.

Ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin ekonomiyi öncelemesi ve PKK terörünü müzakere yolu ile çözmek istemesi, Milliyetçi Hareket Partisinin temel felsefesi olan Türk Milliyetçiliği fikrine karşı özellikle dönemin başbakanı Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından ifade edilen sözler iki parti arasında sert tartışmalara sebep olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ ‘’terörle müzakere değil mücadele edilir’’ diye eleştirdiği Adalet ve Kalkınma Partisi ekonomide istenen başarıyı yakalarken maalesef Devletin varlığı ve milletin bütünlüğü tehlikeye düşmüştür.

Adalet ve Kalkınma Partisinin müzakere ile çözüleceğine inandığı terör sorunu başka boyutlara taşınmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin ısrarla dikkat çektiği ve çözüm süreci diye Türkiye’ye dayatılan ancak, Türkiye’nin üniter devlet yapısının çözülmesinin amaçlandığı açık seçik ortaya çıkmıştır. İnsan hakları konusunda mangalda kül bırakmayan batılı ülkeler bu eşkıyalar tarafından katledilen çocukları, çocuklarından koparılan kadınları, şehit edilen kamu görevlilerini hiç hatırlamamışlardır. İçerideki uşakları aracılığı ile eşkıya başının serbest bırakılmasını, Türkçe’nin yanında Kürtçe’nin de ana dil sayılmasını, Türkiye’nin güneyinde özer bir yapı oluşturulması için milletvekili sıfatı ile gazi meclise kravatlı elemanlarını demokrasi, hukuk, insan hakları ve fikir özgürlüğü kisvesi altında gönderivermişlerdir.

Güzel ülkemin güneyinde başka bir bayrak altında yaşamak isteyenlerin, bu kirli emellerine kavuşmak için Avrupa ve ABD’de çalmadık kapı, hizmet etmedikleri gizli servis, yatağına girmedikleri kart zampara kalmamıştır. Yabancı basın ve televizyon kanallarında Türkiye’ye kin kusmuşlardır.  İçeride de ileride detayları ile anlatacağımız fikir birliği, iş birliği ve eylem birliği yaptıkları birçok işbirlikçi bulmuşlardır.

Bunlarla da yetinmeyen terör örgütü PKK vatanın bir bölgesinde vergi toplamak cüretinde bulunmuş, mahkemeler kurarak adalet dağıtma gafletine düşmüş, ses çıkmayınca bir adım öte giderek güvenlik güçlerine karşı mücadele için sokak eylemlerinin başlatılması talimatı verilmiştir.

İşte bu yaşananlardan sonra Adalet ve Kalkınma Partisi mensupları Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin ‘’ÖNCE ÜLKEM, SONRA PARTİM VE BEN’’ sözünün ne ifade ettiğini anlamışlar, içeride ve dışarıda terörle mücadeleye başlamışlardır. Geçmişte yaşanılan tüm kavgalar, söz konusu milletin geleceği, devletin toprak bütünlüğü olunca bu iki partinin liderleri ve mensupları partilerine ait aidiyet duygularını bir kenara bırakarak ortak bir mücadeleye başlamışlardır. Bu mücadele bu coğrafyada var olma yada yok olma mücadelesidir.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin şartsız desteğinden güç alan iktidar hendek operasyonları ile içerdeki ayaklanmayı bastırmış, sınır ötesi operasyonlarla bu Suriye üzerinden plan yapanların planları başlarına geçirilmiştir.  Besleyip büyüttükleri PKK terör örgütü ile sonuç alamayacağını anlayan batılı kan emiciler Arap Ülkelerinde Arap Baharı dedikleri operasyonlarını başlatırlar. Oralarda yaptıkları bu operasyonları Türkiye’de yapmak için sahneye FETO terör örgütünü sürerler.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin ‘’Okyanusun öte tarafı’’ diyerek ifade etmeye çalıştığı FETÖ terör örgütüne dikkat çekmiş ancak Adalet ve Kalkınma Partisi burada da hata yaparak yanlışına bir yanlış daha eklemiştir. Işık evlerinde besleyip, en seçkin üniversitelerde okuttukları, karanlık dehlizlerde sakladıkları bu milletin masum çocuklarının milli ve manevi duygularını kullanarak PKK ile yapamadıklarını yapmaya çalışırlar. 15 Temmuz hain darbe girişimi yine batılı devletler tarafından desteklenmiş,  Türk düşmanı sermaye odakları tarafından fonlanmış aynı 28 Şubat’ta Sincan’da namlularını kendi insanına yönlendiren tanklar gibi, Türk’e ve Türkiye’ye düşman hain eller, ellerindeki silahlarla kendi milletine kan kusmuşlardır.

Tarihin hiçbir döneminde uşaklığı kabul etmemiş bu milletin düşmanı çok, haini bol olsa da her zaman uğruna can verecek nesilleri vardır. O gece de öyle olmuştur. Kadını, kızı, oğlu babası, işçisi patronu, memuru esnafı 15 Temmuz gecesi karanlığı aydınlatan gür bir ses duyarlar. ‘’Seçilmiş iktidarın yanındayız, bu bir darbe girişimidir.’’ Diyen Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin sesidir bu. Bu sesi duyan tüm ÜLKÜCÜLER hainlerin silahlarına, roketlerine, uçaklarına ve tanklarına karşı sokağa inerler. İşte böyle başlamıştır Cumhur İttifakının oluşumu.