Keşmir Düğümü: Çatışmadan Öte Bir Sembole Dönüş

Hindistan'ın 2019 yılında Cammu ve Keşmir eyaletinin özel statüsünü kaldırması, Pakistan ile ilişkilerde yeni bir kırılma yarattı. Pakistan bu kararı uluslararası hukuka aykırı ve “işgalci” olarak nitelendirirken, Hindistan bu adımı iç mesele olarak tanımlıyor. O günden bu yana diplomatik ilişkiler düşük seviyede tutuluyor, büyükelçiler geri çekilmiş durumda. Sınırda çatışmalar azalmış olsa da, siyasi söylemler sertliğini koruyor.

 

Güç Dengesi Değişiyor mu?

İki ülke de, 1998’den bu yana nükleer caydırıcılık temelinde hareket ediyor. Ancak bu, krizlerin tamamen önünü kesmiş değil. Özellikle Çin’in Pakistan üzerindeki etkisini artırması ve Hindistan’ın ABD, İsrail ve Japonya ile geliştirdiği stratejik ortaklıklar, Güney Asya’da dengeleri daha karmaşık hale getiriyor.

Buna karşılık Pakistan, savunma alanında son yıllarda Türkiye ile dikkat çekici iş birliklerine yöneldi. MİLGEM projesi kapsamında inşa edilen savaş gemileri, insansız hava araçları ve askeri eğitim alanındaki ortaklıklar, Pakistan’ın Türkiye’ye duyduğu güvenin somut göstergeleri olarak öne çıkıyor.

 

Türkiye: Taraf Değil, Dengeleyici Bir Güç

Türkiye, Hindistan-Pakistan çekişmesinde taraf olmadan ama ilkesel duruşunu koruyarak pozisyon almayı sürdürüyor. Türkiye’nin Pakistan ile geliştirdiği askeri, ekonomik ve kültürel ilişkiler köklü bir geçmişe dayanıyor. Ancak bu yakın ilişki, Türkiye’yi Hindistan karşıtı bir pozisyona itmemiştir. Aksine, Türkiye çok taraflı diplomasi ilkesi doğrultusunda Hindistan ile de ticaret, yatırım ve turizm alanlarında bağlarını artırmaya devam etmektedir.

Türkiye’nin bu dengeli politikası, onu arabulucu değilse bile, diplomatik kolaylaştırıcı bir aktör haline getiriyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’nda Pakistan’ın tezlerine duyarlılık gösterirken; aynı zamanda uluslararası hukuka dayalı, şiddetten uzak çözüm çağrılarını yineleyerek çok yönlü bir dış politika yürütmektedir.

Barış Umudu: Gerçekçilikle Şekillenmeli

Gerilimleri azaltmanın tek yolu karşılıklı güvenin yeniden inşa edilmesi, iletişim kanallarının açık tutulmasıdır. Ne yazık ki, tarafların iç siyasette milliyetçiliğe dayalı söylemleri bu zemini zayıflatıyor. Sosyal medyada kutuplaşmayı körükleyen içerikler, halklar arası diyaloğu engelliyor.

Bu noktada Türkiye gibi tarafsız ve yapıcı aktörlerin, ikili ilişkilere zarar vermeden diyalog kanallarını teşvik etmesi bölgesel barış açısından önemlidir. Türkiye’nin yükselen diplomatik kapasitesi ve kriz bölgelerindeki arabuluculuk tecrübesi, bu tür hassas konularda etkin rol oynayabilecek düzeydedir.

 

Sonuç: Sorumluluk, Güç Sahipliğinden Daha Kıymetli

Hindistan ve Pakistan gibi iki büyük gücün çatışmadan çok iş birliğine yöneldiği bir gelecek, yalnızca Güney Asya için değil, küresel istikrar için de gereklidir. Türkiye ise bu süreçte; adaleti önceleyen, barışı esas alan ve bağımsız duruşunu koruyan dış politikasıyla örnek bir çizgide ilerlemektedir. Bu denge politikası, Ankara’ya yalnızca saygı kazandırmakla kalmıyor; aynı zamanda gelecekteki barış girişimlerinin güvenilir ortağı olma vasfını da pekiştiriyor.